Nasıl konuşmamalı, nasıl yazmamalı?
Tamam, başlığı tersinden attım, belki ilginizi çekebilir diye.
Eleştirmek istediğim şey, yazarken de, konuşurken de, nerdeyse “Aman anlaşılmayayım” çabası içindeymişçesine, dediğimizin anlaşılmaması için gösterdiğimiz olağanüstü çaba.
Tabii, istediğimiz şey, bunun tam tersi.
Ama ne yazık ki -kuşaktan kuşağa naklolan- usul ve alışkanlıklar bu sonucu doğruyor.
- Ara cümleciklerden oluşan upuzuuuun cümleler kurmak.
- Akademisyenlerde ve hukukçularda çok yaygın. Diğerleri de onlara özeniyor.
- Oya Türkçe’nin yapısı böyle: Cümledeki özne, fiil, fiilin zamanı hepsi son sözcükte gizli.
- İngilizcede “He said that…” diye başlayan bir cümlede hepsini daha en başta duyuyor ve anlıyoruz, gerisini rahat rahat algılayabiliyor ve gelecek cümleyi dilemeye hazır hale geliyoruz.
- Ama Türkçede, bir yığın yan cümleciği bir kenara yazıp, taaa en son kelimede gelecek olan “Özne, fill, zamanı vs.” bekliyoruz. Onu duyunca cümle yerine oturuyor. Ama biz onu oturtmakla uğraşırken – tabii yine upuzun- yeni bir cümle başlıyor.
- Özellikle de uluslararası toplantılarda simultane -anında- çeviri yapmak zorunda olan çevirmenlerin çektiği işkenceyi bir düşünün.
Derdimiz ne peki?
Neden konuşuyoruz, neden yazıyoruz?
Tabii ki, anlatmak istediğimiz şeyler olduğu için, değil mi?
Öyleyse neden “anlaşılmamak için” elimizden geleni ardımıza koymuyoruz ki?
*****************
Buyrun, somut bir örnek. Sevdiğim bir dostumun bir TV programında -üstelik moderatör olarak- söyledikleri ve ne demek istediği: (Konu Gürsel Tekin’in “HDP’li bakan neden olmasın” şeklindeki sözleri ve aldığı tepkiler).
Şöyle demiş:
Fakat bu cevap, gerek mecliste HDP nin grup toplantılarını meclis toplantılarını yönetiyor olmasına, insanların onlardan söz alıyor olmasına, seçilmişliklerine, diğer partiler gibi eşit bir hukuki temele ve meşruiyete sahip olduklarını hatırlatması ve buradan hareketle “Neden olmasın?” demesi üzerine, öncelikle altılı masanın ikinci önemli bileşeni İyi Parti’den aslında sıra dışı abartılı demokrasi teamüllerine en küçük anlamda uymaz olağanüstü bir tepki geliştirildi.
Şöyle dese daha iyi anlaşılmaz mıydı?
HDP bugün TBMM’de var olan meşru bir parti.
HDP’li Başkan Vekilleri de toplantıları yönetiyor, diğer vekiller konuşmak için onlardan söz istiyor.
HDP ve vekilleri de “seçilmiş” kişiler. Diğer partilerle aynı hukuki meşruiyete sahipler. O halde neden “Bakan” olamasınlar?
6’lı masanın 2. önemli bileşeni İYİ Parti olağanüstü bir tepki verdi.
Bu tepki sıra dışı, abartılı ve demokrasi geleneklerine -ez azından- uyumsuz bir tepki
Şöyle demiş:
Fakat en az bunun kadar üzerinde durulması gereken önemli bir diğer mesele de Cumhuriyet Halk Partisi sözcülerinin bu basıncı göğüslemekte olabildiğince geri bir yerde durarak, sadece Gürsel Tekin’in bu konuda yetkisini aşmış olduğuna dair vurgu yapan bir pozisyon takılmış olmaları.
Şöyle dese daha iyi anlaşılmaz mıydı?
Fakat en az bunun kadar önemli bir mesele daha var.
CHP sözcüleri de, bu basıncı göğüslemek yerine çok geri bir yerde duruyor.
Sadece, Gürsel Tekin’in bu konuda yetkisini aşmış olduğunu vurguluyorlar.
Şöyle demiş:
Aslında bir yanıyla konuya dair geçen hafta epey makale epey televizyon tartışması yapıldı fakat tartışmanın söz konusu sorunun aslında seçime giden sürecin bütününde bu süreci, ittifakları, duruşu hukuk ve demokrasi karşısındaki alınacak, alınması gereken pozisyonu doğrudan belirleyecek bir konu olması hasebiyle, dolayısıyla benzeri sorunlarla önümüzdeki aylarda da sık sık karşılaşacak olmamız nedeniyle konuyu özellikle derinlemesine tartışalım irdeleyelim istedik.
Şöyle dese daha iyi anlaşılmaz mıydı?
Geçen hafta çok tartışılan bu konu, seçime giden süreçte, ittifakları ve onların duruşlarını doğrudan belirleyecek bir ayraç. Benzeri sorunlarla önümüzdeki aylarda da sık sık karşılaşacağımız için, derinlemesine tartışalım istedik.
Şöyle demiş:
Bunun üzerinden altılı masanın nasıl bir demokrasi vizyonuna nasıl bir gelecek ufkuna sahip olduğunu kendi işte dengelerini ve iç bütünlüğünü nasıl dengeleyebildiğini irdeleyelim istedik ve tabii bu konu karşısında HDP’nin de pozisyonunun ne olduğunu doğrudan sözcüsünün ağzından dinlemek gereği duyduk.
Şöyle dese daha iyi anlaşılmaz mıydı?
Bu konu üstünden, altılı masanın kendi bütünlüğünü nasıl dengeleyebildiğini irdeleyelim istedik ve bu konuda HDP’nin pozisyonunun ne olduğunu sözcüsünün ağzından dinlemek gereği duyduk.
Şöyle demiş:
Çünkü bu mesele zaten hafta içindeki tartışmalarda da görüldüğü görüleceği gibi bununla da yetinmeyip aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı meselesinin tartışılma gündemine getirilmesi ve ama daha da önemlisi, iktidarın belirlediği çerçevenin bizzat İyi Parti tarafından altılı masaya adeta bir kırmızı çizgi olarak bir şantaj malzemesi olarak dayatılması boyutuyla; gerçekten siyasi görüşü sınıfsal pozisyonu ne olursa olsun Türkiye’deki her yurttaşın geleceğini doğrudan etkileyecek, gerek seçim sürecini gerek seçim sonrasında kimin neler yapabileceği, neler yapıp neler yapmamak konusundaki inadını sürdürüp sürdüremeyeceğini açısından çok büyük bir önem taşır.
Şöyle dese daha iyi anlaşılmaz mıydı?
Çünkü bu mesele, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığının tartışma gündemine getirilmesi demek oluyor.
Belki daha da önemlisi, iktidarın belirlediği çerçeve, bizzat İyi Parti tarafından altılı masaya adeta bir kırmızı çizgi olarak getiriliyor.
Siyasi görüşü ne olursa olsun Türkiye’deki her yurttaşın geleceğini doğrudan etkilemesi, gerek seçim sürecinde, gerek sonrasında kimin neler yapabileceğini göstermesi açısından çok büyük bir önem taşıyor.
SONUÇ: Ne anlatmak istiyorsak, anlamasını istediğimiz insanların rahatça anlayabileceği bir dilde ve üslupta anlatmalıyız. Tabii onlara bir şeyi anlatmak istiyorsak.