“Devlet Aklı” mı dediniz?
Bazı deyimler var, bir şey anlatır gibi görünüyorlar ama hiçbir şey anlatmıyorlar, kof sözcükler. “Devlet Aklı” da bunlardan biri. Ne demek “Devlet Aklı”?
Devlet dediğimiz şey, Yasama, Yürütme ve Yargı’dan oluşan, kimilerinin Basın’ı da –şimdi adı Medya- dördüncü kuvvet olarak eklediği bir yapı. Birbirini denetleyeceği varsayılan parçalardan oluşan böyle bir yapının bir tek aklı nasıl olur ki?
Ama bu sözcüğü zaman zaman hepimiz kullanıyoruz. Bu deyim ne zamanlar hoşumuza gidiyor? Meselaaa…
İktidarın yaptığı bir iş veya işler dizisini hiç akıllıca bulmadığımızda diyoruz ki “… iktidar, yüzyılların deneyimine dayanan Devlet Aklı”nın sözünü dinlese…”
Hele dış politika konusunda pek akla ve gönle uygun gelen söylem, daha çok iktidardakilerin eleştirilerden kurtulmak için arkasına saklandığı: “Biz içerde birçok konuda anlaşamayabiliriz, ama iş dış politikaya gelince bir tek ortak çizgimiz olmalı.”
Yok canım, nedenmiş o?
Dünya yerinde mi duruyor, sosyal, ekonomik ve politik koşullar hep aynı mı kalıyor ki, ezelden ebede hiiiiç değişmeden hep aynı kalan bir “Dış politika” olabilsin?
Bu, işin bir boyutu. İkincisi, dünyanın ve çevremizin aynı kaldığı kısa dönemler içinde bile, toplumumuzun farklı kesimlerinin çıkarları ve istekleri -çoğu kez %100- farklı olmuyor mu? Dış politika, hangi kesimin -sınıfın- çıkarlarına göre belirlenecek?
1950’de NATO ‘ya katılmak, sırf bu iş için de Kore’ye asker yollamaktan ne çıkarı vardı işçinin, köylünün, esnafın? Oysa ayağına taş değecek “Mehmetçik” onların çocukları idi, Bayar’ların, Menderes’lerin değil.
Eveet, gelelim bu aklın kaynağına.
Bu “Devlet Aklı”nı kimden alacağız acaba? diye düşününce hemen anlıyoruz ki, iktidarlar değişse bile aynı kalan “Devlet Bürokrasisi”. Özellikle de dış politikada ipe sapa gelmez işler yapan Erdoğan’ın “monşerler” diye küçümsediği hariciyecilerimizin deneyimine ve yol yordam bilgisine saygı gösterilmesini istediğimiz için hoşumuza gidiyor bu deyim.
Ekonomide daha da beter bir durumla karşı karşıyayız. Üniversite diploması kadar “Ekonomist” olduğu da kendinden menkul Tayyip Sultan ve onun gözleri ateş böceği misali pırıl pırıl yanan Maliye Bakanı bay Nebati’nin saçma sapan iddiaları ve kararları karşısında, devlet bürokrasisi içinde hala eritilmemiş deneyimli maliyeciler ve ekonomistlerin yol göstermesini hayal ederken medet umuyoruz “Devlet Aklı”ndan.
Ya da tam tersinden bir örnek:
Sandıktan başarı ile çıktığı halde devleti bir türlü tam olarak ele geçiremeyen, her defasında Devlet Aklı MGK/ Milli Güvenlik Kurulu’na takılan siyasi İslam’ın temsilcisi AKP, her istediğini verdiği ama sonradan can düşmanı kesilen Gülen ile birlikte, Ergenekon’du, Balyoz’du, orduyu hayli hırpaladıktan sonra Genelkurmay’ı doğrudan Başbakanlığa bağlı olmaktan çıkarıp Milli Savunma Bakanı’na bağladı. Demokratik bir ülkede olması gereken de buydu zaten.
Güvenlikle ilgili kararlar tabii ki tayin edilmiş generaller değil, seçilmiş iktidar tarafından alınmalı. Üst düzey komutanlar, Milli Savunma Bakanı’nın isteğiyle toplanıp onun istediği konularda planlar hazırlar, brifing verirler. Çok önemli görürse, bakan, Genel Kurmay Başkanı’nın Bakanlar Kuruluna bilgi vermesini, soruları yanıtlamasını isteyebilir. İşte bu anlamda bir kurul oluşması, adına da MGK denmesi anlaşılabilir. Ama bizdeki MGK öyle bir şey miydi?
Hayır, ortada Cumhurbaşkanı, bir yanında Komutanlar kendi hiyerarşilerine göre dizilir, diğer tarafında Başbakan, İçişleri, Dışişleri, Adalet filan bakanları. Verilen resim: Devlet dediğin, tayin edilmiş askerlerle seçilmiş politikacıların ortak kararlarıyla yürütülen bir mekanizmadır. Meclis filan laf-ı güzaf.
Peki bu MGK’nın aldığı kararlar kesin miydi? Kağıt üstünde hayır.
MGK, hükümete “tavsiye” kararları alıyordu. İyi de upuzuuuun yıllar bu tavsiye kararlarına uymayan tek bir hükümet bile görmedik. 28 Şubat sonrasında bile, en sonunda istifa etmiş olsa bile, Erbakan bile bu tavsiyelere uydu.
Eh, önce referandumla yapılan Anayasa değişikliği, sonrasında ise “Allahın lütfu(!? “ olan garip 15 Temmuz darbe girişimi ile ordu tamamen kontrol altına alınmış olduuu.
Peki hiç mi hiç gereği kalmayan MGK neden hala var ve aynı fotoğrafı gözümüze sokup duruyor, lazım oldukça?
İşte buyrun size “Devlet Aklı”:
Devlet güçlüdür, polisi de ordusu da bizim emrimizin altındadır; görmeyen görsün, duymayan duysun.
*****
Hadi biraz daha geriye gidelim ve Devlet Aklı’nın ne olduğuna, nasıl çalıştığına başka boyutlardan da bakalım.
T.C. devletinin çok daha eskilerden almış olduğu akıllar hala sürüp gidiyor.
Bunlardan birisi “İti ite kırdırma” geleneği.
Pir Sultan Abdal diye bir Alevi, devlete baş mı kaldırmış?
Onun dergahında yetişmiş bir başka Alevi “Hızır Paşa” devreye girer, Sivas valisi olur ve Pir Sultan’a karşı kullanılır. Aleviler de şaşırır tabii, aşağı baksan Alevi, yukarı baksan yine Alevi.
19. yüzyıl sonlarında bütün dünyada yükselen milliyetçilik akımları, Osmanlı İmparatorluğunu parçalamak üzere, tabii ki -devrin baş emperyalisti İngiltere, Fransa, Rusya tarafından- kışkırtılır. İmparatorluk batıda üst üste toprak kaybederken doğuda da Ermeni milliyetçiliği mi kışkırtılıyor? Ulu Hakan Abdülhamit Han hazretlerinin devlet aklı, çareyi hemen buluyor. Kürtlerden oluşturulan Hamidiye alaylarını Ermenilerin üstüne salmak.
Gelgelelim, Devlet Aklı denen şey, bununla kalmamış.
“Gerçeğin ne olduğu değil, nasıl algılandığı önemli. Bir yalanı durmadan tekrarlarsan, sonunda gerçek o olur” şeklindeki bu büyük buluş, günümüzdeki en ısrarlı uygulayıcısı olan Erdoğan’dan, onun bu konudaki akıl hocası Mahir Ünal’dan, hatta hepsinin baş hocası Nazi Propaganda Nazırı Göbels’ten de önce, İttihat ve Terakki liderleri Enver, Talat ve Cemal Paşa’lar tarafından, 1915’te bu topraklarda uygulanmıştı. Adına “Ermeni Tehciri” denilen şey, bunu daha net anlatan sözcüğün uluslararası hukukta yer almasına daha 40 yıl olsa da düpedüz bir “soykırım” idi.
Katliamı kabul eden ama bunu “Mukatele” yani “karşılıklı öldürme” olarak tanımlamaya çalışanlar, meseleyi, sanki Ermeni ve Türk çetelerinin karşı tarafın köylerini basmasından ibaretmiş gibi sunuyorlar. Doğru, o da olmuştu, ama 1915’teki bu toplu katliam bambaşka bir şeydi.
Eli silah tutan erkeklerin çoğu zaten 1. Dünya Savaşı başladığında ilan edilen seferberlikle askere alınmıştı. 24 Nisan 1915 tarihinde ise 250 Ermeni aydını tutuklanarak Ankara yakınlarında iki kampa gönderildi ve büyük çoğunluğu öldürüldü. 27 Mayıs 1915’te çıkarılan yeni bir kanunla, “Osmanlı ordusu ile karşı karşıya gelebilecek iç unsurların savaş bölgelerinden uzak yerlere devlet eliyle gönderilmesi” adı altında zorunlu göç başladı.
Orhan Pamuk’a göre 1 milyon, kimilerine göre daha da çok, 1.800.000, ama en az tahminle 600.000 Ermeni, kadın, çoluk, çocuk, ihtiyar, yaşadıkları topraklardan zorla koparılıp Suriye’deki Der Zor’a doğru sürüler halinde, güya onları koruyacak birkaç jandarma eşliğinde yola koyuldu. Tabii ki yanlarına aldıkları para ve ziynet eşyaları, yol üstündeki Hamidiye artıkları için eşi bulunmaz bir hedefti.
Ben bu katliamdan arta kalmış izlerle 40 küsur yıl sonra 1959’da tanıştım. 1915’te 20 yaşında olan biri o yıl 64 yaşında olur. “Ermenileri nah, şu derede KESTİK” diye övünerek, kendi cinayetlerini örtbas etmeye gerek bile duymadan anlatıyorlardı.
Yaa, “Devlet Aklı” böyle bir şey işte.
Bir kere “Ermeni soykırımı diye bir şey yok” denmişse, artık yoktur.
Koskoca profesörler, tarihçiler bunu ispatlamak için akla gelen her şeyi uydurur, ciltler doldurur.
“Devlet Aklı” bir kere “Kürt diye bir şey yoktur, onlar dağ Türkü olup, karda yürürken çıkan kırt-kurt seslerinden ötürü “Kürt” denmişlerdir. Kürtçe diye bir dil de yoktur. Ural-Altay ailesinden gelen Türkçeye karşılık her nedense İndo-German dil ailesine benzeyen bir yapıya dönüşmüş “Dağ Türkçesi”dir konuştukları. Hem zaten onlar hiçbir zaman bir devlet de kuramamışlar, oysa biz tam 16 devlet kurduk. (Selahaddin Eyyübi’nin kemikleri sızlıyor ya, neyse…)
Devlet Aklı’na bir türlü yatmayan benim “çocuk aklım”, taa ilkokuldan beri bu işte bir terslik olduğunu söyleyip durdu. 16 kez devlet kurmuşsak, bundan önceki 15 devleti batırmışız demektir. Bu işi doğru dürüst becerebilseydik herhalde hala birinci devlet devam ediyor olmalıydı, değil mi?
Zavallı çocuk aklımın hiç ermediği bir “Devlet Aklı” söylemi de 1. Dünya Savaşında yenilmediğimiz, ama ortaklarımız yenildiği için bizim de yenik sayıldığımız iddiası. Yahu ilkokul tarih kitabı utanmadan böyle yazıyordu, tabii “Çanakkale Geçilmez” menkıbelerinin arkasına saklanarak. İyi hoş da, 1915’te Çanakkale’den geçemeyen düşman gemileri 1918’de Gelibolu-Tekirdağ üzerinden karadan yürütülerek mi getirilip Dolmabahçe önünde demirlediler?
Bir değil, üç, beş değil. Alın size bir devlet nakaratı daha: “Bir Türk Dünyaya bedeldir”.
Okumayı öğrenir öğrenmez Nihal Atsız ve Abdullah Ziya’nın kahramanlık romanlarıyla, gazetelerdeki Koca Yusuf, Kel Aliço, Adalı Halil’nin güreşçi tefrikalarıyla tanışan bir Türk çocuğunun bu söze inanmaktan başka çaresi yok. Amma velakin bu durumda da iki sorun var.
Önce “Madem öyle, neden 83 milyon küsuruz?
Tek kişi olsak bile yeter mişiz madem.
Nerde çokluk, orda yokluk mu yoksa?
Sonra, “Neden Türkiye Avrupa veya Amerika gibi zengin değil? Neden ecdadımızın Viyana kapılarına dayandığı gibi biz de iki tokat atıp ellerindeki zenginlikten haracımızı almıyoruz?” da; yok enflasyondu, yok “1 dolar şu kadar lira oldu” diye sürüm sürüm sürünüyoruz?
Hem “Damarlarımızdaki asil kan” meselesi de pak anlaşılır bir şey değil.
Zira biraz büyüyünce öğreniyorsunuz ki, Sıfır, A, B, AB gibi kan gurupları ve pozitif veya negatif Rh faktörüne göre farklı kanlar var, ama Türk kanı, Rus kanı, Rum kanı diye bir şey yok.
Zaten olsa bile, 36 Osmanlı padişahının birinin bile annesi Türk değil. Rum, Moğol, Rus, Bulgar, Yahudi, falan filan.
Biri üşenmemiş, hesaplamış. Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in damarlarındaki Türk kanı yüzde 0,6 imiş, binde 6 yani!
*********
Hadi daha fazla karıştırmayalım geçmişi de günümüze gelelim.
“Devlet Aklı” hala var mı, yürürlükte mi?
Tabii, hiç olmaz olur mu?
HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına “Anayasaya aykırı ama olumlu oy vereceğiz” diyen, Türk silahlı kuvvetlerinin Suriye ve Irak’a gönderilmesine içi kan ağlayarak “Mehmetciğin ayağına taş değmesin” diye destek olan CHP Gen. Bşk. Kılıçdaroğlu hangi akla hizmet ediyordu dersiniz? Ayağına taş değmesin ama başına kurşun değebilir. Mehmetçiğin canı, Devlet Aklı’na feda olsun.
Veya, İçişleri Bakanı makamında otururken “Ermeni Dölü” demekte hiçbir sakınca görmeyen Meral Akşener hanım? Ogün Samast’lar analarından katil olarak doğmadılar, işte böyle böyle dolduruldular.
Ya da 16. Türk devletinin en mutena temsilcisi, adından da besbelli Devlet Aklı’nın baş temsilcisi Devlet Bahçeli bey?
Bilinsin ki, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur. Bir Türk de dünyaya bedeldir ve muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızdaki asil kanda gizlidir.
Ama “Türkün aklı ya koşarken ya düşerken başına gelir” diyen bir atasözümüz de var. Evet, onun aslı öyle değil, ben de biliyorum nasıl olduğunu ama konuyu başka taraflara çekmeden, size de saygısızlık etmeden anlatabilmek için biraz kamufle ettim, yine de aynı kapıya geldi.
Geldi mi?
Koştuğumuzu sanırken aslında düşüyoruz, düştükçe düşüyoruz, daha dibe, daha dibe, diplerin en dibine.
Aklımız başımıza geldi mi?
Öyle umalım.
Şanar Yurdatapan
6 Ağustos 2022