Müziğe yarı amatör olarak başlayışım 1958 yılının sonlarında oldu. Adına şimdi “pop müzik” denilen müzik türü Türkiye’de önemli bir sıçrama içindeydi. Ankara’da, İstanbul’da hızla yeni genç gruplar kuruluyordu. İlk yola çıkan İstanbul’da Deniz Harp Okulu’nun orkestrasıydı. Adları önce Genç Marenler (Bahriyeliler) idi. Ama müzik gibi “hafif”(!?) işle uğraşmak subay adaylarına hiç yakışmayacağı için destek değil köstek gördüler komutanlarından. Güzelim Genç Marenler böylece yeraltına geçti. “Somer Soyata ve Arkadaşları” oldular. Onların hemen ardından Erkin Koray geldi. Biz de Fen Fakültesinde Kuyruklu Yıldızlar’ı kurmuştuk. Ankara’da Yurdaer Doğulu, Tanju Okan ve Berkant ile Attila Özdemiroğlu’nun kurduğu , aralarında -sonradan büyükelçi- Murat Sungar’ın, Burak Gürsel’in de bulunduğu Süveterler vardı. O zamanlar hepimiz batıda yapılanları taklit ediyorduk. Ne kadar iyi taklit edersek, insanlar “Aaa imkansız, bu yerli olamaz” derse kendimizi o kadar başarılı sayıyorduk. Yaptığımız şey taklitti ama öğrenmek öyle başlıyor, iyi taklit ederek.
Sevgili Attila ile 1971’de yollarımız tekrar kesişti. Attila da, Şerif Yüzbaşıoğlu orkestrasıyla aynı klüpte (Playboy) klüpte çalıyordu. Biz ikinci orkestraydık.–en erken ve en geç saatlerde- çalıyorduk. Attila, merkezi İstanbul’da olan ve müzik sanayinin (o zaman ne kadar sanayi denebilirse) içindeydi. Şu an güldüğümüz teknolojiyle yapılan kayıtlarda Attila hep vardı. 1960’ların başlarında belli başlı gece kulüplerinde, İstanbul Moda Kulübü’nde, Ankara Süreyya’da falan hep yabancı orkestralar çalışırdı. Durul Gence yerli bir orkestra kurarak bu durumu değiştirdi. Attila, 5 kişilik bu orkestranın temel direğiydi. Tabii, grupta ne kadar az kişi varsa, elinize o kadar fazla para geçerdi, grup kalabalıksa geliriniz düşerdi. 1971 sonlarında kurulan Büyük İstanbul Gelişim Orkestrası bu anlayışa da karşı çıktı. Orkestranın temelinde beş altı kişi, Garo Mafyan, Selçuk Başar, Uğur Başar, Asım Ekren ve Atilla vardı ama bunun yanında yaylılar, nefesliler grubu, solistler… Yani koca bir orkestraydı.
O sırada Attila ile dostluğumuz da çok ilerlemişti. Attila beni de gruba katmak istiyordu. Ben de Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a gitmek istiyordum ama orkestrada bana yer yoktu. Ben sadece bir enstrüman -bas gitar- çalıyordum; Selçuk Başar’ın kardeşi Uğur da öyle ve o benden daha iyi çalıyordu. Yalnız, büyük orkestralar için orkestrasyonlar yazmak çok meşakkatli bir işti; Selçuk’la Attila buna yetişemiyorlardı. “Bizim bir üçüncü aranjöre ihtiyacımız var” dediler. İşte ben o üçüncü oldum. Böylece bir müzisyen için kısır bir yer olan Ankara çölünden İstanbul boğazına atladım.
Bir gün Atilla’yla kafa kafaya verdik, boğazda deniz kenarında bir öğlen yemeği masasında, kızarmış patates ve kırmızı şarap eşliğinde. İkimiz de evli barklıyız, çoluğumuz çocuğumuz var. Millet gidiyor yatağına yatıyor, bizim hayatımız başlıyor, biz geliyoruz yatağımıza yatıyoruz çoluğumuzun çocuğumuzun hayatı başlıyor; iş mi bu? Biz bu işi gündüz müzisyenliğine nasıl dönüştürürüz? Dedik ki, bir yapım firması kuralım ve müzik isteyen herkese hizmet verelim. Film müziği mi istiyorlar, tamam yaparız, reklam müziği mi, onu da yaparız. O zamanlar bu tür organize bir firma yoktu Türkiye’de ve bu büyük bir riskti.
Tam o sırada İstanbul Gelişim dağılıyordu. Onun bir parçasından küçük bir orkestra kuralım dedik ve Dün Bugün Yarın kuruldu. Geçiş aşamasında orada çalıştık. Çalışırken de ilk prodüksiyonlarımızı yaptık. Sonra ben riske girdim, gündüze geçtim. Attila’nın sahnede devam etmesi daha makuldü, çünkü on parmağında on marifet vardı. Flüt, trombon, vibrafon, keman, ne bulursa çalıyordu. İstanbul’da, Galatasaray’da tek odalı minik bir yer tuttuk ve müzik prodüksiyon firmamızı, Şat Yapım’ı kurduk. Şat Yapım 1972’den 1980’in ortalarına kadar bir müzik fabrikası gibi çalıştı. Bir sürü şarkıcı, bir sürü beste çıktı oradan.
Füsun Önal’ın söylediği Senden Başka şarkısı, ardından Arda Kardeş (Oy anam oy), Nilüfer (Dünya Dönüyor), Esmeray (Unutama beni), Cici Kızlar (Delisin), Melike Demirağ (Arkadaş)… … ve bir gün İzmirli bir genç kız telefonla arayıp “Sesime güveniyorum, sizinle çalışmak istiyorum” demiş Atilla’ya. Ben de İzmir’e gidecektim o sıra, Atilla da “Git bak bakalım, orada yetenekli biri varmış” dedi. Sezen Aksu’yla öyle tanıştık. Müzisyenlerin firmalarıyla da çalışıyorduk. Ali Kocatepe’nin 1 Numara Plakçılık diye bir firması vardı. Aranjmanları biz hazırlıyorduk. O kuşak gerçekten birbiriyle dayanışma içindeydi. Elbette arada itişip kakışmalar da olmuyordu diyemem ama dozundaydı her şey. O yılların bugün hasretle anılmasında, o dönemin şarkılarının tekrar tekrar çalınmasında, hala dinlenmesinde bu ortamında büyük payı vardı.
Bugün bile, o dönemdeki şarkılarımız şarkılar sayesinde –telif gelirleriyle- sürdürüyorum hayatımı. Kapitalistlere artık kızmıyorum, Çok güzelmiş, hiç bir iş yapmadan para kazanmak…
Sıkılmadıysanız, öyküme derginin gelecek sayısında, kaldığım yerden devam ederim.
Şanar Yurdatapan
2 Haziran 2018
Müzikle dolu 60 yıl – 1
1958 – 2018
30