Ruhi Su’ya

by Sanar

Sevgili Hocam,
30 yıl olmuş seni kaybedeli. Zaman dediğin şey nasıl da akıp gidiyor bu dünyadakiler için. Ama bu, sen ve senin gibi tarihe mal olmuş kişiler için söz konusu değil. Sesin hala her yerde kuşaktan kuşağa yankılanıyor.
Şanslı bir insanmışım. Yaşadığım çağın bir çok büyük insanıyla tanışmak, birlikte mücadele etmek ve dostluk kurma imkanım oldu. Nazım Hikmet’le değil ama Yaşar Kemal’le, Aziz Nesin’le çok yerde yan yana olduk. Neruda ile değil ama Ritsos’la, Cigerxwen ile tanıştık, sohbet ettik. Mesleğim müziğin onuru Pete Seeger ile, Joan Baez’le ve hepsinden daha gurur verici olanı seninle tanışmak, dostluğunu kazanmaktı benim için mutluluğun resmi.
Seni ilk kez -1961 olmalı-, sevgili Erdem Buri’nin açtığı Çayhane adlı gece klübünde gördüm ve dinledim. Çalıp okuduğun türkülerin nerdeyse hiç birini daha önce duymamıştım. Tabii, türkülerin böyle yorumlandığını da hiç. Nerden duyayım ki? Bizim ne duyup ne duymayacağımıza karar veren sevgili devletimiz köprünün başını Deli Dumrul gibi tutmuştu. TRT ne verirse onu almak zorundaydık. Nazım’ın Paul Robeson’a söylediği gibi, türkülerimizden korkuyordu devlet, onları söyleyen güçlü ses, Ruhi Su, bazen şırıl şırıl akan bir dere, bazen coşkun bir sel, ama her durumda  geceleri rüyalarına giren kabus gibiydi.
Hem Çayhane’de seni ayıla bayıla dinleyen, hem de arkandan laf eden solcu kardeşlerime kızgınlığım hala geçmedi. Aslında “neden slogan söylemiyorsun” diye kızıyorlardı, İhsani olasın istiyorlardı; hem de “neden alkollü yerde söylüyorsun” diye laf ediyorlardı arkandan. Tabii, sen aç kalmalıydın. Seni bu cezaya mahkum eden devletle aynı hükmü veriyorlardı hakkında. Yobazlık sadece sakal ve takke ile olmuyor.
1979’da DEMAR adlı bir yapı oluşturmuştuk, “Demokratik Sanatçılar Topluluğu”. Dernek filan gibi bir şey değildi, ortak bir sekreterlik hizmetiydi sadece. Ayda bir gün, akşamüstü benim ofisimde toplanıp sohbet eder, sorunlarımızı konuşurduk. Sonra da topluca yemeğe giderdik, herkes kendi kesesinden ziyafet. Her ay da bir başka sivil toplum örgütü yönetim kurulunu davet ederdik yemeğimize. Bir ay Yazarlar Sendikası, bir ay TRT-DER, bir ay Görsel Sanatçılar… Hepsine katılırdın, bu bize mutluluk ve moral verirdi. Ama DEMAR’a katılman için yaptığımız çağrılara yanıt vermemiştin. Taa ki…
1980 ortalarıydı yanlış hatırlamıyorsam. Sonradan 12 Eylül’ün kapattığı ve yöneticilerini yargıladığı Barış Derneği büyük bir toplantı düzenlemişti. Tesadüf, aynı anda gelmiştik kapısına. Katılımcı listeleri doldurulur ya, önce ben doldurdum, sonra sen. Sonra da beni yanına çağırıp imzanın yanındaki haneyi “kuruluş” hanesini gösterdin. DEMAR yazmışsın.
Dünyalar benim oldu. Ama seni son görüşümmüş meğer. 2/3 Eylül 1980 gecesi yurt dışına çıktım ve 12 yıl dönemedim. 1985’te acı haberin geldi.
Evet hocam, tanıştığımızda ben 21 yaşındaymışım, sen 49.
Sonsuzluğa uğurlandığına sen 73, ben 44.
Şimdi ben 74 oldum, sen gene 73’te kaldın.
Bu bayram el öpmeye ben sana değil, sen bana gelirsin artık.
Şimdikiler bilmez ama, lokumun ve mendilin hazır. Sazını kap, gel, olmaz mı?
Şanar Yurdatapan, 31.10.2015