Erdoğan ortaya böyle bir laf attı ya, artık kimse geri duramıyor.
Ne demek Allahaşkına?
İlkokulda “Yerli Malı” haftaları vardı. “Yerli malı, yurdun malı, herkes onu kullanmalı” diye şarkılar söylerdik. Gördüğünüz gibi, “Yerli = Milli” olarak anlaşılıyordu. Şimdi ikisini ayırmak da necilik?
“Milli “olan her şey, zaten “yerli” değil mi?
Öyle.
Ama “yerli” olan her şey “milli” olamayabiliyor.
İtiraf!
Irkçı mantığın parlak bir laf edeyim derken kendini ifşası.
Bu ülkede yaşayan TC yurttaşlarının tümü yerli ama kimi milli, kimi değil.
Milli olmak hakkı sadece biz Türklerin.
O çok bayıldıkları -gerçeği laf kalabalığı ile örtbas etme tekerlemesindeki- Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Aleviler filan yok. Hele hele gayrı-Müslimler hiç mi hiç yok.
İşte bu kargaşaya müzik de katıldı. Müziğimiz de yerli ve milli olmalıymış.
Nasıl olacakmış acaba?
Önce Caz-maz, Pop-Mop tüm gavur malı müziklerden kurtulmak gerek.
Nasıl?
TRT’nin bu konularda hayli derin tecrübesi vardı. Velakin eskisi gibi tekel değil, rating’i de hayli düşük; ortalık TV ve radyo kanalları kaynıyor.
Ama iddia ediyorum, Büyük Reis kalkıp şöyle bir laf ederse:
“Gayrı yerli ve gayrı milli müzikleri yapanlar, icra edenler, yayınlayan kanallar bu ihanetin hesabını elbette verecektir. Yargının bu konuda gerekeni yapacağına hiç kuşkum yoktur”.
… görün o zaman faciayı.
Bakın, sayın yargımız nasıl fabrikasyon soruşturmalar, davalar açacak, herkes Nazi gaz odalarında bir an daha sağ kalmak için birbirini çiğneyen zavallı insancıklar gibi nasıl en yakınındakinin sırtına çıkıp onun ezilmesinde kendi varlığını sürdürmeye uğraşacak…
Nedir peki “Yerli ve Milli” müzik?
Bu parlak lafları ortaya atanlar yanıtlasalar sevinirim, ama mümkün değil.
Çünkü müzik evrenseldir.
Kıtadan kıtaya, ülkeden ülkeye, yöreden yöreye farklılıklar taşıması onun evrenselliğini yok etmez. Çin müziği bizim, bizim müziğimiz Rusların, Kongoluların, Aborcinlerindir.
Birey olarak bazı müzik türlerini hatta aynı tür içinde bazı parçaları sevmemiz, ya da sevmememiz doğaldır. Ama sonucu değiştirmez. İsteyen, beğendiğini dinler, beğenmediğini dinlemez. Ama onlar HEPİMİZİNDİR, evrenseldir.
Zaman zaman –tabii politik nedenlerle- bazı müzik türlerinin makbul sayılması ya da aşağılanması, hatta yasaklanması söz konusu olabilir. Daha önce de değinmiştik, mesela –kendisi rakı sofrasında zevkle dinlediği halde- Alaturkanın radyoda çalınmasını yasaklatmıştı. Anadolu kökenli Rembetiko, Türkiye’de de, Yunanistan’da da “Gayrı Milli” ilan edilerek yasaklanmıştı. Ama ne yasaklar ne kurşunlar işlemiyor şarkılara, türkülere.
Müzik de aynen bilim gibi evrenseldir.
Keşfeden Sir Alexander Fleming bir İskoç diye Penisilin kullanmıyor muyuz?
Hem öyle bir kullanıyoruz ki, doktorlar “Aman yapmayın, etmeyin, her durumda kullanılmaz bunlar, yarardan çok zarar da getirir” diye feryat figan çırpınıyorlar da takan kim?
Hadi bir de “Yerli ve Milli” Müzik nedir acaba, onun üstünde düşünelim.
Mesela Halk müzikleri?
“Müziği” demiyorum, çünkü bir çeşit değil ki.
Sağ olsunlar, Cumhuriyetin müzik görevlileri, başta Muzaffer Sarısözen, halk müziklerini kayda geçirmek için özverili çalışmalarla yurdun dört köşesinden dermeler yapmışlar, bunları notaya geçirerek çok değerli bir repertuar oluşturmuşlar. Gelgelelim, bunların hepsini aynı kaba dökmüşler, dil ve enstrüman çeşitliliğini budayarak “Yurttan Sesler” korosu ve sadece sazın türlerinden (Cura, bağlama, meydan sazı) oluşturulmuş bir ekiple icra ederek “Milli Müzik” oluşturmaya uğraşmışlar. Hele hele Kürt ve Ermeni halk müzikleri asimilasyonun en ağırını yaşamış. ”Sari (dağlı) Gelin” olmuş “Sarı gelin”; “Yek Mumik” olmuş “Bir mumdur”.
Gelelim “Türk Sanat Müziği”ne…
1979 yılında “Anı” adlı şiirini bestelediğim sevgili Melih Cevdet Anday’la tanışmak fırsatını bulmuştum, o zaman Paris’teki kültür ataşemizdi. Beni davet ettiği evinde pikaba bir albüm koydu ve sordu “Bu müzik nedir?”
Bir dakika bile dinlemem gerekmedi, hemen yanıtladım:
“Sözleri anlayamıyorum ama bu Itri’nin ’nin müziği. Kim çevirmiş de icra etmiş?”
Plağın zarfını uzattı.
Bizans müziğine ait o zamanın notalarını deşifre etmişler, Fransa’da bir konservatuarın korosu da onları yeniden seslendirmiş.
O anda dank etti kafam (Hayli geç bir dank ama hiç yoktan iyidir.
Bundan doğal ne var?
Ecdadımız 1071’de Anadolu’ya yayılmaya başladığında henüz göçebe kabileler halinde. Habire oradan oraya göç eden, göç ettikleri yerlerdekilerle durmadan savaşan toplulukların, kültür açısından daha çok kendi içlerine kapalı olmaları anlaşılır bir şey.
Buna karşılık, yerleşik toplumlarda ortak kültür ve sanat çok daha hızla gelişme imkanı buluyor. Türkler de, doğal olarak, karşılaştıkları yerleşik Bizans kültüründen etkileniyor. Ne var ki, bu etkilenme, sadece pasif bir izleme, dinleme, kopyalama ile kalmamış, “katkıda bulunmak” tan da hayli öteye gitmiş, sarayın resmi müziği olmuş.
Alaturka (A la Turca = Türk usulü) müziğin kökeni de “Yerli”, ama “Milli” değil.
Ne yapacağız şimdi?
Hadi bir de Osmanlı Sultanlarının anneleri kimmiş bir göz atalım:
https://www.ensonhaber.com/galeri/osmanli-padisahlarinin-anneleri-nereli#3
Vay kanı bozuklar vay!…
Şaka bir yana, Osmanlı devletinde, bugünkü gibi bir ırk ayırımı yoktu, “Millet” kavramı da ancak 19. Yüzyılda, batı etkisiyle girdi. Yani “Milliyetçilik”, bizzat kendisi ithal malı, yerli de değil, milli de.
Kafamızı kullanmazsak vay halimize…
Şanar Yurdatapan
6 Ocak 2020