Neden ifade özgürlüğüyle uğraşıyorum? Ben nerede işe yararım dedim. Baktım ki ifade özgürlüğü anahtar özgürlük, yani o yoksa bütün diğer özgürlükler kilit altında. Zaten nerede hukuksuz bir şey varsa bundan kimse bahsetmesin diye ifade özgürlüğünü kısıtlayan kanun da uygulanıveriyor.
20. yıl dolayısıyla o gün ilk davadan beri kimler yargılandıysa herkesi eski DGM’nin önüne getirmek istiyoruz sembolik olarak. 20. yaş pastası keseriz, her 23 Ocak’ta yapıyorduk, hakimlere de yolluyorduk
Savcılar artık dava açmıyor, görmezden geliyor. En son 2006’da 10 suçu bir araya toplayan bir kitap yapıp 10 kişi kendimizi ihbar etmiştik. Basın savcısı bizi teker teker alıp vazgeçirmeye çalıştı. Sonunda hakikaten açmadı, biz de HSKY’ya şikayet ettik görevini yapmadığı için. Üst mahkeme de iyi yapmış dedi. AİHM’e gittik, AİHM de ne mahkum edilmişsin, ne para cezası almışsın bir zarar görmemişsin diyerek suç kabul etmedi. Oysa bence en büyük ceza, “Neyin suç olup olmadığının belli olmadığı, her şeyin keyfi olduğu bir ülkede yaşamaya mahkum edilmek”.
TCK’nın 162. maddesi suç unsuru içeren bir metni yayınlamak yeni suç teşkil eder yayınlayan da yazanla aynı cezaya çarptırılır, içeriğine katılmadığı ibaresi olsa bile kurtulamaz diyordu.
Antidemokratik yasaların düzeltilmesi için yola çıkmıştık, bunları düzeltmek için hep birlikte onları çiğneyelim dedik. Öyle bir şey yapalım ki mecbur edelim bu kadar tanınmış insanı içeri tıkarsan televizyon programları, üniversitelerde dersler yapılamayacak… Skandalla karşı karşıya kalsınlar istedik.
Gördük ki iş sadece yasada değil uygulamada, çünkü her şey keyfi, canı isterse uyguluyor istemezse uygulamıyor. Az sayıda savcı ve hakimi istisna tutuyorum, büyük çoğunluk hukuğa değil devlet emrine göre gelecek direktife göre hareket ediyor, aksi taktirde sicilini alamaz. Yani yasada ne yazarsa yazsın, ‘devlet söz konusu olunca hukuk teferruat’ diyor, devleti korumaya çalışıyor.
Örneği Edirne Valisi’nin Yahudiler aleyhinde söyledikleri nedeniyle bir gün bile o görevde durmaması lazım. İsmail Kaymaz’a söylediklerinden sonra Eskişehir Valisinin de. Onların hala görevde olması, hükümetin bu görüşleri benimsediğini ilan ediyor herkese.
Kazanımlar birikim sonucunda elde ediliyor, yavaş gidiyor ama sonra tortulaşma hızlanıyor, bazen ani sıçramalar da olacak… Kürt demek Kürdistan demek basit bir suç değil vahim bir suçtu. Ermeni katliamını, Dersim’i Roboski’yi yasaklamaya uğraştılar, unutturmaya uğraştılar ama sökmüyor.
Yapıyı ele geçiren kullanıyor yine, askerle uğraşan alt etmeyi başaran Ak Parti şimdi bütün yapıları kendi lehine kullanıyor, yargıyı kendi yargısı yaptı, aynı şekilde devam. Ama o günden bugüne değişen şeyler de oldu tabii, örneğin 1995’te Aziz Nesin kitap yazmıştı Bulgaristan’da Türkler Türkiye’de Kürtler diye. İçerikten değil Kürt kelimesini kullandığı için yargılanmıştı. Şimdi Kürdistan deniliyor rahat rahat, Dersim tartışılıyor… Ama çok bedel ödendi, Aziz Nesin Sivas’ta son anda kurtuldu, Hrant ise canıyla ödedi…
En son eylemimiz Ahmet Şık’ın İmam’ın Ordusu kitabı içindi, savcı “Elde bulundurmak suçtur” der demez biz de “Elimizde var, üstelik derhal yayacağız” dedik, web sitelerine koyduk. Bir şey yapamadı bay savcı.
Devlette köklü değişim şansı vardı 2002’de. TCK’yı baştan aşağı değiştirdiler, iddia şuydu: Aynı suç başka başka kanunlarda tekrar tekrar geçiyor. Biz onları bir tek Ceza Kanununda toplayacağız, diğerlerini iptal edeceğiz. Söylediklerine göre Terörle Mücadele Kanunu toptan kalkacaktı. Sonra maddelere bir baktık ki eski 312 şimdi 216 olmuş ama metinler aynı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek sabredin, uygulamayı görün diyordu. 301’i gördük Hrant’ta, zaten belliydi. 301’in arkasına bir cümle eklemişler, Adalet Bakanı’nın izni lazım diye. Daha da kötü olmuş. Tozları halının altına süpürmek gibi bir şey. Bu izni az verince ¨Bak artık uygulanmıyor diyorlar ama Demokles’in kılıcı gibi insanların tepesinde asılı duruyor.
312’den Ragıp Zarakolu, Büşra Ersanlı ceza yedi, her şey keyfi, yalan dolan. Devletin yalan söylemesi de mübah. Bu da insanlarda ümitsizlik yaratıyor. Ama Yine de, yasalar keyfi bile uygulansa, yasa orada yoksa üzerine dayanacağımız hiç bir şey kalmıyor. Hak mücadelesinde en büyük dayanağımız HUKUK.
Yaşar Kemal yargılanınca basında bir görüş ayrılığı ortaya çıktı, bir kısmı ‘vatan hainidir’ diyordu, bir diğer kısmına göre ise ‘medar-ı iftarımız alın akımız’.
Bu sırada ben de Aziz Nesin’e yazdım, o vakit faksla yazışıyorduk. ”Saçma sapan bir tartışma dönüyor, bir şeyler yapalım da bu tartışmayı boş versinler, hep beraber buna karşı çıkalım sonra tartışırız” dedim. “Çok haklısın, hazırla gel” dedi. İki gün sonra Yaşar Kemal’i ziyarete gitti, araları açıktı ama gitti. Ben de fırladım gittim, Yaşar Kemal’in evinde buluştuk. Yaşar kemal önce ‘ne lüzumu var’ dedi. Biz de ‘herkes için yapıyoruz, sadece senin için değil’ dedik, itiraz etmedi.
Tek paragraflık kısacık bir sivil itaatsizlik metni yazdık, ‘Düşüncesini ifade ettiği için başı belaya giren her kimse, görüşüne katılsak da katılmasak da suçuna iştirak ediyoruz’ dedik. Bir imza kampanyası başlattık. Yaşar Kemal’in soruya gittiği gün DGM’nin avlusunda topladığımız imzaları polis kapmasın diye bölüm bölüm avlu dışına kaçırıp birleştirmiştik. Yüz kadar tanınmış imza vardı, basına yolladık ilk duyuruyu.
Sonra 10 suçlanmış yazıyı bir kitapta topladık. Baskıya Saruhan Oluç hazırlamıştı. Sadece Yaşar Kemal’in değil, İsmail Beşikçi, Oral Çalışlar, Leyla Zana’nın suç sayılan yazıları vardı mesela. “Düşünceye Özgürlük” diye bir kitap yayınladık, bir örneğini basın savcısını götürerek kendimizi ihbar ettik. Meğer ona bizden önce gelmiş. Savcı özür dileyerek 162. maddeye göre hakkımızda soruşturma açmak zorunda olduğunu söyledi, sonra da bu kadar insana nasıl ulaşacağını sordu. Biz de kendisine yardımcı olduk. Sonuçta o fotoğraflarda gördüğünüz kuyruklar oluştu kapısında, her gün başka bir meslekten insanlar gidiyordu. Ben 162. maddeyi işte o gün öğrendim.
Aklımda kalan sayı, tüm dönem boyunca katılan insan sayısı 80 bini aştı, “Nereden biliyorsun?” derseniz, Düşünceye Özgürlük 2000’Herkes için adlı kitapta hem Erbakan’ın hem Hasan Celal Güzel hem Murat Bozlak’ın suçları vardı 77 bin 663 imza sırf oradan toplandı, gene bir öğretmenin davasında tüm öğretmenler katıldı bu şekilde 80 bini aştı. Toplam 300 kadar insanın “suçlarına!?” katılmış oldular, dava sayısını hatırlamıyorum. Davaları adeta zorla açtırıyorduk ama bir süre sonra vazgeçtiler.
Düşünceye Özgürlük 2000’deki konularda dört ayrı mahkemede herkes için dava açıldı, suç sayılanların her biri başka kanun maddesiydi. Asliye Ceza’da, Ağır Ceza’da, Askeri Mahkeme’de DGM’de… Bunlar da beraatle sonuçlandı. Ancak tek broşür boşlukta kaldı, benim ÇGD Başkanı Nevzat Onaran ile yayınladığım. İkişer ay hapse mahkum edildik.
Sonra Adalet Bakanı’ndan talep ettim, o kadar övdüğünüz F tipine gönderin, ne görürsem açıkça anlatacağım dedim. Bunun üzerine Kartal’a yolladı bakanlık, Hücrem (!?) dubleks ,altı kişi için hazırlanmış izolasyonlu, sıcak su, günde iki saat televizyon hazır, açıp çıkabileceğim avlu var boyanmış edilmiş bir itina bir itina… Sonra gerçekten de F tipinde kalan iki kişiyle irtibat kurdum, röportaj yaptım, işkenceleri anlattılar. Kendi yaşadığımla onların maruz kaldığı muameleyi karşılaştırıp kitap yapacaktım, Hayata Dönüş operasyonu olunca kitap hafif kaldı, yapmadım.
Bana bir sırık ver dünyayı kaldırayım derler ya, hukuki dayanağın ve kamuoyunun haberi olunca herkesin ödünü kopartan yargıçlar falan siz üzerine gidince sizden kaçmaya başlıyor. Tavşan kovalıyor tazı kaçıyordu.
Mahmut Alınak, 1991’de mecliste bir konuşmasından dolayı linç ediliyordu, tek söylediği ‘’Bu savaşa son vermek lazım, aynı aileden iki çocuk biri asker öbürü gerilla ikisi de öldüler’’di. Meclis kürsüsünde üzerine yürüdüler linç edeceklerdi nerdeyse. Yaşam hakkını savunuyor ama suç teşkil ediyor, yargılandı. Hasan Ocak’ın, ailesi çocuklarının ölüsünü arıyordu, mahkemede ettikleri laftan dolayı yeniden dava açıldı. Aynı gün Kızılay’da işçi sendikası eylem yapmıştı “Ekmeğimiz, her Allahın günü daha küçülüyor” diye, onlar da gözaltına alındı, haklarında dava açıldı. Yani ifade özgürlüğü, insanların haklarını arayabilmeleri için lazım ve onlar haksızlıkları duyuramasınlar diye yasaklanıyor. İşin özü bundan ibaret.