Toplumsal ve siyasal çalışmalarda ne yazık ki sıkça karşımıza çıkan bir gerçek var: Bir şeyleri yaşamakla yetiniyor, çoğu zaman geriye hiçbir kayıt bırakmıyoruz. Bu ise gelecek kuşakların aynı sorunlara tekrar tekrar yeniden çare aramasına sebep oluyor. Vicdan Vakfı olarak öncelikli bir çabamız, geçmişten çıkardığımız dersleri, yarınımızı etkileyecek şekilde kayda geçirmek, arşivlemek ve aktarabilmek olmalı.
Bu makalede, kaydetme ihtiyacı, aktivizm ve kurumsallaşma arasındaki ilişki, yeni kuşaklara aktarım yolları ve yaratıcı yöntemlerle toplumsal farkındalık gibi temel meseleler hakkındaki görüşlerimi dile getirmeye çalışacağım.
- Geleceğe miras
Bu görevden hisseme düşen payı ödemek amacıyla geliştirdiğim platformlardan biri, “mirasim.com” sitesi. Bu sitede, besteci, söz yazarı, düzenleyici veya yapımcı olarak elimin değidiği parçaları bir araya topladım, daha önce YouTube’a yüklenmemiş olanları düzenli bir şekilde yükledim ve linklerini adlarına bağladım, tıklayan dinleyebiliyor. Bunun da ötesinde, Eurovision şarkı yarışmasında ödül reddetme hikayesinden politik dayanışma belgelerine, insan hakları alanındaki çeşitli girişimlere kadar farklı alanlardaki deneyimleri toplamaya, derlemeye ve gelecek nesillerin erişimine sunmaya uğraşıyorum. Kim bilir, belki de 30-40 yıl sonra bir araştırmacı bu belgelere rastlayıp yeni bir ufuk açan çalışmalara imza atar.
Vicdan Vakfı’nın da benzeri bir yol izleyerek, ortaya konan projeleri, raporları ve hatta gündelik tartışma metinlerini düzenli biçimde muhafaza etmesi, zamanı gelince bu birikimi kamuoyuna sunması çok değerli bir hizmet olacaktır.
- Aktivizm ve Kurumsallaşma Dengesi
Sivil toplum çalışmalarının çoğu zaman iki uçta bocaladığını görüyoruz:
- Yalnızca aktivizm: Örgütlenmekten ve yapılan çalışmaları kalıcılaştırmaktan uzak, kısa vadeli etkinlikler, gösteriler, kampanyalar… Bunlar hızla dikkat çekebilir ama onlar da “Söz” gibi uçar gider
- Yalnızca kurumsallaşma: Bu kez de aktivizmin canlı, yenilikçi ruhundan uzak, aşırı bürokratik ve statik bir yapı… Bu da topluma dokunamaz, eleştirel duyarlılık geliştiremez.
Oysa her ikisinin bütünleşmesi gerekiyor. Kurumsallaşma olmadan aktivizmin meyveleri kalıcılaşmaz; aktivizm olmadan da kurumsallaşma, boş bir kâğıt üzerinde yürütülen bir prosedürler bütünü hâline gelir. İkisi birden “iki bacağını da yere sağlam basmak”gerek.
Bu nedenle, Vicdan Vakfı gibi yapılarda, etkin bir arşiv ve belge yönetimiyle canlı saha faaliyetinin el ele yürütülmesi şart.
- Yaratıcı Yöntemler ve Toplumsal Farkındalık
Bugünün dünyasında, kısa ama vurucu video içerikleri önem taşıyor. Uzun zamandır ben de kısa videolar hazırlayıp “Gördüm, duydum, söyledim” başlığı altında paylaşıyorum. Gündelik siyasette, insan haklarında veya toplumu sarsan gelişmelerde ufak videolarla tepki vermek hem anlatım kolaylığı sağlıyor hem de etkiyi artırıyor.
Ayrıca, öngörülmeyen nesnelerle farkındalık çalışmaları da bellekte yer eden, dikkat çekici bir yöntem. Örneğin, 1995 yılında Düşünce Suçu’na Karşı Girişim’in düzenlediği bir basın toplantısında ortaya bir hindi salıvermiştik ve şu sözlerle başlamıştık:”Ne farkımız var bizim ondan? O da düşünüyor ama konuşamıyor,biz de.” Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi ortada dolaşan hindinin yarattığı çarpıcı görüntü katılan tüm gazete ve TV kanallarında yer aldı. Üstelik, konuyu hiç de çarpıtmadan.
Benzer şekilde, dijital araçlardan azami redecede yararlanmalıyız. Mesela Change.org gibi platformlar, imza kampanyalarının düzenlenmesini kolaylaştırıyor. Ufak bir metin ve birkaç dakikalık iş ile bir kampanya başlatabiliyor, toplumun farklı kesimlerine sesinizi duyurabiliyorsunuz. Burada asıl mesele, bu kampanyaları sürdürülebilir kılmak, yani bir kere imza toplayıp bırakmamak. Mümkün mü, tabii, yeter ki niyet edin ve doğru yöntemler bulun, yoksa siz yaratın.
- Paranın Rolü: “Lafla Peynir Gemisi Yürür mü?”
Evet, aktivizm ruhunun kaybedilmemesi gerektiği gibi, proje ve çalışmaların bir finansal desteğe ihtiyaç duyduğu da inkâr edilemez bir gerçek. “Lafla peynir gemisi yürümez” sözü, en çok sivil girişimler için geçerli. Kiranın, salon masraflarının veya iletişim giderlerinin karşılanması iman gücüyle ancak bir yere kadar mümkün. Sonra Napolyonun sözü giriyor devreye: “Üç şey gerek başarı için: Para,Parai Para”…
Elbette ki para, temel motivasyon hâline geldiğinde işin ruhunu öldürebilir; ancak bütünüyle parasız kalmak da en basit ihtiyaçların dahi karşılanamamasına neden olur. Burada asıl mesele, finansmanı çeşitlendirmek, farklı kaynaklardan ufak tefek de olsa destekler bulmak ve bunu yaparken kurumsal bağımsızlığı koruyabilmek. Sadece gönüllülük enerjisine dayanan etkinliklerin zamanla nasıl tükendiğine defalarca tanık oldum.
- Geleceğe Bakarken
Tekrarlarsak, toplumu ileriye taşıyacak fikirlerin, projelerin ve ortak vicdanımızı güçlendirecek her türlü hamlenin yalnızca aktivizmle ya da yalnızca kurumsallaşmayla değil, bu iki yaklaşımın birleşmesiyle başarılacağına inanıyorum.
- Arşiv ve hafıza çalışmaları: Bugüne dair her belge, video, not, rapor… Bunların düzenli olarak saklanması ve gelecek nesillere aktarılması gerekiyor. Geçmişte yaşananlar, bugünü anlamlandırmak ve geleceği kurmak için hayati.
- Yaratıcı yöntemler: Kısa videolar, mizahî öğelerle desteklenen haberler ve internet kampanyaları (Change.org gibi), insanların dikkatini çekmekte çok etkili.
- Finansal denge: Tamamen maddiyata gömülmüş bir yapıya dönüşmeden, parasızlıktan tüm projeleri durdurma noktasına da getirmeden “kalıcı” olabilmek.
Bu ülkenin, hatta dünyanın en çok ihtiyacı olan şeylerin belki başında geliyor “vicdan”. Biz de vicdanın sesini yükseltmeye çalışırken farklı kimliklerden, farklı geçmişlerden herkesle yollarımızın kesişmesini umuyoruz. Yüzyıllar ötesinden Mevlana’nın sesi yol gösteriyor: “Umutsuzluk kapısı değil bu kapı, gel, nasılsan öyle gel”
Evet, “Elini vicdanına koy ve gel “…
Şanar Yurdatapan
Vicdan Vakfı Danışma Kurulu Üyesi
30 Aralık 2024